Kemal DENİZ
kemaldeniz@malatyahakimiyet.com
Polat Türküleri -3-
20/04/2013 2.7. Yörede Kullanılan Enstrümanlar ve İcracıları Polat yöresinde yaygın olarak Bağlama, kaval, dilli düdük gibi müzik aletleri kullanılmaktadır. Türküler bağlama ile ince saz denilen cümbüş, klarnet, keman, darbuka eşliğinde söylenir. Düğünlerde kullanılan davul ve zurna, halaylar çekilirken söylenen türkülere eşlik eden müzik aletleridir. Bir araştırma gezimizde Zurnacı Vahap, önce klarnet çalarken, daha sonra yörede zurna’nın etkin kullanımı nedeniyle zurna ve davul çalmaya başladığını; yörede kullanılmayan sipsi’yi ise muhabbet toplantılarında çaldığını söylemektedir.([1]) Malatya çevresi itibariyle bir değerlendirme yapmak gerekirse; Malatya merkezde cümbüş, bağlama, tambur, zurna, keman, davul, darbuka; Arapgir yöresinde klarnet, davul, darbuka ve keman; Arguvan’da özellikle dede sazı denilen 12 perdeli saz, cura ile uzun ve kısa bağlama kullanılırken, Polat’ta ise uzun kol saz kullanılmaktadır. Polat Türküleri keman, cümbüş, klarnet ve darbukanın ağırlıklı olarak kullanıldığı bir müzik yapısına sahiptir. Polat yöresi düğünlerinde halkoyunları müziğini icra eden birçok davul-zurna sanatçısı vardır. Kasabadaki davul-zurna sanatçıları yöredeki diğer köylerin düğünlerinde de sanatlarını icra etmektedirler. Bunlardan Zurna Sanatçısı Vahap Demirci, Ali Yılmaz ile davul Sanatçısı Bünyamin Kozat, Süleyman Yılmaz ve Uğur Akkoyun ilk akla gelen isimlerdir. Davul sanatçılarının bir bölümü aynı zamanda zurna da çalabilmektedirler. Yöre türkülerini okuyanların önemli bir bölümü bağlama çalmaktadır. Mahmut Atabay, Talip Ürkmez, Fehmi Günaydın, Hüseyin Atmaca, Cumali Sarı, Şakir Olmuş, Batuhan Bilal Kurt bu sanatçılar arasında sayılabilir. Polat Kasaba’sında düğünlerde ve toplantılarda enstrüman çalanların bir kısmını şöyle sıralayabiliriz: Keman; Av. Mahmut Nedim Koru, Öğretmen Ahmet Kurukafa, Mecit Mumcu, Vedat Kurukafa, Bağlama; Fuat Kurukafa, Batuhan Bilal Kurt, Talip Özkan, Cümbüş; Mahmut Akkoyun,Ertan Mumucu, Klarnet; Haşim Akkoyun, Darbuka; Sedat Kaplan sayılabilir. Akkoyun ailesinin birçok ferdi davul-zurna çalmayı aile içerisinde usta-çırak ilişkisi ile öğrenmiştir.([2]) 1950 yılında Polat’ta doğan Vahap Demirci’nin babasının adı Durdu, annesinin adı ise Nuriye’dir. Polat’ta ikamet eden Demirci, ortaokul mezunudur. Yörede en çok aranan zurna sanatçısı olan Vahap Demirci, klarnetten zurnaya geçtiğini söylüyor. Zurna sanatçısı olarak bölgede en çok aranan kişidir. Kendisinin yaptığı sipsi ile yanık havaları çalıyor, uzun hava türkülerine yol gösteriyor. Vahap Demirci’nin elindeki sipsi, tiz bir mey sesi vererek yöreye has olduğunu ortaya koyuyor.([3]) Bu sipsinin gövde uzunluğu Polat’ta yaptığımız alan çalışmaları sırasında, davul sanatçısı Uğur Akkoyun ile görüşmemizde davul çalmayı usta-çırak ilişkisi içinde babasından öğrendiğini, eline tokmağı ilk aldığında babasının davuluna vurduğunu anlattı. İlkokul ve ortaokulda birinci sınıftan itibaren halkoyunu ekibine seçilmesini ve bando takımında davul çalmasını babasının bu mesleği icra etmesine bağlıyor. “Babam bölgede eskilerin en namlı davulcusuydu. Ben de davulu babamın sayesinde öğrendim. Babam elli yıl davul çaldı. Almanya’ya gitmeye hak kazandı ama gitmedi. Ben de düğünlerde yirmi seneden bu yana davul çalıyorum.” ([5]) Polat yöresinde kullanılan davulun deri kısmının çapı 2.8. Öyküleriyle Polat Türküleri Doğanşehir’in Polat Kasabasında halk arasında yaygın olarak söylenen bazı türküleri örnek olarak sizlere sunmak istiyoruz. 1-Dağlar Seni Delik Delik Delerim Uzun hava olarak söylenen bu türkü 1927 yılından beri bağlama ile çalınıp söylenmektedir. ([6]) Hüsne ve Eşoğ (Kara Eşoğ) adlı iki bacı Polat’ın Devrent Dağı eteklerinde Mermerik (Mantar, Göbelek) toplamaya giderler. Nişanlısı ince hastalıktan ölmüş olan Kara Eşoğ dertlidir. Bacısı da onun bu durumuna üzülmektedir. İçindeki yâr acısını dağlarla paylaşmak isteyen Eşoğ, dağları da sessiz bulunca başlar derdini dökmeye. İki bacı dağda kendilerinden başka kimsenin olmadığını sanırlar. Bu sırada köyün garip çobanı onların sesini duyarak bir süre dinler. Sürüyü önüne kattığı gibi ovaya getirir. Sürünün zamansız geldiğini gören çevre halkı telaşlanır. Sebebi sorulunca da türkünün son sözlerini duyan çobandan şu cevabı alırlar: “Hüsne’yle Eşoğ dağları delik delik edip yakıyorlar, ben de sizin sürünüzü kurtardım” der. Dağlar seni delik delik delerim. Halbur alır toprağını elerim. Sen bir karakoyun ben de bir kuzu Sen döndükçe ardın sıra melerim Dağlar senin ne karanlık ardın var. Lale sümbül boynun eğmiş derdin var. Elalemin vatanı var yurdu var. Benim yurtsuz kalışıma ne deyim? Dağlar senin yükseğine çıkarım Çıkarım da enginine bakarım Eğer dağlar dediceğim olursa Bende sana lale sümbül takarım Eğer Dağlar dediceğim olmazsa Seni vurur ataşıma yakarım.([7]) 2- Aha Gılıç Aha Meydan Vurana 1910-1922 yılları arasında Anadolu’da savaşın getirdiği yokluk, kargaşa, yoksulluk içerisinde insanımız toplumsal travma geçirmektedir. Her evde şehit ve gazi vardır. O yıllardan beri Polat yöresinde bu türkü söylenmektedir. Kurtuluş Savaşı sırasında daha birkaç günlük evli iken askere giden Mustafa oğlu Kara Mustafa yaralanır. Köyüne ölüm haberi gelir. Dul kaldığı sanılan genç gelin, babası tarafından başka birisiyle yeniden evlendirilir. Mustafa’nın yarası iyileşir. Yeniden cepheye dönerek çarpışır. Dönünce severek evlendiği karısının başkasına verildiğini öğrenen Kara Mustafa çok üzülür. Üzüntüsünü unutmak için kendisini dağa taşa verir, sık sık ava gider. Köylüler, Mustafa’yı sırtında tüfeği gece gündüz dağlarda av peşinde gezerken görür. Polat’ın batısında bulunan Guzkaya’da keklik avlarken bastığı taş kayınca Kara Mustafa uçuruma yuvarlanır, parçalanarak ölür. Olayı gören çobanlar hemen babasına haber verirler. Oğlunun cansız bedeni üzerine gelen baba, aşağıdaki ağıdı söyler. Önceleri ezgisi ağıt olarak söylenen bu eser zaman içerisinde değişime uğrayıp türkü olarak söylenmiştir.([8]) Şahin idim Guzkaya’ya dünedim Çalındım çırpındım kalkmaz ganadım. Ben bahtımı bir soysuzda sınadım Daşa bassam belli olur izleri. Muhanet gelin, derdin mi derin. Asker mi yârin, asker mi yârin Yarinen yaylayı gezdik bir zaman Aha gılıç aha meydan vurana Canım kurban yar kıymeti bilene Ben o yâri sevmişem kime ne Sebep olan kapı kapı dilene Bağlantı Bir taş attım garlı dağın ardına Vardı düştü nazlı yârin yurduna Söyleyin de şu güzelin derdi ne Atını aldım yaya mı koydum Bağlantı Boğumlu cizmayı giymeliyimiş. Silkinip doru ata binmeliyimiş. Çok yaşayıp cefa çekmekten ise Az yaşayıp devran sürmeliyimiş Bağlantı 3-Kaşlarını Eğdirirsin Polat yöresinde düğünlerde daha çok kına gecelerinde bağlama, klarnet, darbuka, def eşliğinde söylenir. Davul-zurna eşliğinde halay tarzında oynanır. Türkü anonimdir. 1920 yıllarından beri yöredeki düğünlerde genç kızlar ve delikanlılar tarafından karşılıklı söylendiği 1320 doğumlu Polatlı Bekir Eğilmez tarafından ifade edilmektedir. ([9])
Kaşlarını eğdirirsin Birbirine değdirirsin Sende bu güzellik varken Beni köyden kovdurursun Öldüm, öldüm, öldüm, öldüm Gül gibi sararıp soldum Bunda benim suçum yoktur İşmar ettin ben de geldim Kaşlarını eğdirirsin Birbirine değdirirsin Güzelliğin yoktur amma Sen kendini sevdirirsin Bağlantı Sular akar taşa değer Kirpiklerin kaşa değer Meraklanma sen sevdiğim Bir gün baş başa değer Bağlantı Kara üzüm asılır mı? Böyle yâre küsülür mü? Ne yanıyon küçük gelin? Köyün lafı kesilir mi? Bağlantı Bağaltına bağaltına Gül bağlar gerdan altına Al beni misafir eyle Bağdaki damın altına Bağlantı El ediyi el ediyi Kaşın bana gel ediyi Senin mahzun bakışların Yakıp beni kül ediyi. Bağlantı
Sandık sandığa dayalı Yazması mavi boyalı Ben seni böyle mi sevdim Dudağı kaşı boyalı Bağlantı 4-Adatepe Türküsü ([10]) Doğanşehir İlçesi Polat Kasabasında yaşayan Osman Orman, 10 Ekim 1949’da askere gider. Ağrı Doğubayazıt’ta süvari olarak askerliğini yaparken askeri birliğin fırınında görevlendirilir. 1950 yılının Nisan ayında Polat’ta Adatepe olarak adlandırılan dağa yağan bol yağış üzerine sel oluşur. Asker Osman Orman’ın evi dere yatağındadır. Gelen sel Osman’ın evindeki iki çocuğu ile hanımını götürür. Seli gören köylüler yardıma koşarlar. Osman Orman’ın amcası çocukları kurtarmaya gelir. Beşikteki bebek ile gelin ve diğer çocuğu da yanına alarak kapının önüne çıkar. Bu sırada sel tam evin önüne ulaşmıştır. Dördünü birlikte sürüklemeye başlar. Selin etkisiyle herkesin can derdine düştüğü bir sırada Osman Orman’ın amcası, derenin genişlediği bölüme gelince suyun hızı azalır ve bir yerlere tutunup kurtulur. Genç gelin ile iki bebek sel tarafından sürüklenip götürülür. Biraz aşağıda ormanlık bir bölge vardır. Polatlılar buraya Dikmelik derler. Cesetler oradaki ağaçlara takılıp kalır. Bu sel olayında Polat’ta 16 kişi hayatını kaybetmiştir. Polat, sözlü halk kültürünün çok canlı olduğu bir yöredir. Geçmişe dayalı ağıt ve türkü söyleme; masal, hikâye, fıkra anlatma, düğünlerde halay çekip orta oyunu sergileme yaygın ve yerleşik bir kültürdür. Polatlılar bu selden sonra kaybettikleri 16 yakınları için büyük üzüntü yaşarlar, ağıtlar yakarlar. Ancak çocukluğunu yetim ve öksüz geçiren, gençliğinde ise yoksulluk içerisinde yaşayan askerdeki Osman Orman’ın genç eşi ve iki çocuğunun ölümüyle ilgili olan ağıt, daha ön plana çıkar ve sık söylenir. Zaman içerisinde ağıtın melodisi biraz daha türkü formuna yaklaşır. Birçok ünlü sanatçı tarafından seslendirilen bu türkü, bölgenin yerel halk müziği sanatçıları tarafından sıklıkla okunmaktadır. Osman Orman, Ağrı Doğubayazıt’ta asker iken gördüğü bir rüya ile olayı şöyle anlatmaktadır: “ Bir gece rüyamda Polat’ı gördüm. Adatepe’nin başı kara bulutlarla kaplıydı. Çok kuvvetli yağış olacağını düşündüm. Korkuyla irkilerek uyandım. Uyanır uyanmaz eyvah dedim. Bizim evi sel götürdü. Çünkü yokluktan akrabalarımın ve komşularımın yardımıyla dere yatağına yakın bir yere zar zor ev yapmıştım. Adatepe’den kalkacak sel, benim evimi kesinlikle basardı. Çevremdeki arkadaşlarıma bir şey anlatamadım. Ama içim içimi yiyordu. Bu sıkıntıyla ben askeri birliğin içinde deli koyun gibi geziyordum. O sırada gerçekten sel olmuş, genç eşim ve iki küçük yavrum sele kapılıp vefat etmişti. Bu haber memleketten telgrafla birliğimizin komutanı olan yüzbaşıya bildirilmiş. Komutan haberi bana nasıl vereceğini düşünüp duruyormuş. Sonra beni yüzbaşının çağırdığını söylediler. Fırında çalıştığım için ayağımda terlik vardı. Öylece komutanın odasına girdim. Benim rüya görüşümün üzerinden birkaç gün geçmişti. Elim yüreğimin üstünde korkuyla kötü bir haber alacağımı hissederek gitmiştim. Yüzbaşı demeden ben ona, ‘Komutanım rüyamda bizim köyü sel bastı. Çocuklarıma bir şey oldu diye korkuyorum’ deyince, ‘Sana birkaç gün izin vereyim. Memleketine git. Sıkıntını attığında dönersin. Memleketinde de bir şey yok’ diyerek olayı benden sakladı. ‘Git depoya bir potin giy de gel. Seni izine göndereceğim’ dedi. Ben de ‘Komutanım, ben süvariyim, çizmemi giyeyim’ dedim. O da ‘İzine gidiyorsun, potin giy’ dedi. Gittim bir potin giydim ve yola çıktım. Ağrı Doğubayazıt’tan Malatya Doğanşehir’e gelmek günlerce sürüyordu. Uzun bir yolculuktan sonra Doğanşehir’e geldim. Yolcular, Doğanşehir’den Polat’a kamyonla taşınıyordu. Beni gören köylüler, kendi aralarında fiskos ederek konuşuyorlardı. Fısıltı da olsa arada bir duyuyorum. ‘Bu genç, selin götürdüğü Safiye Gelin’in kocası değil mi?’ dedikleri kulağıma geliyordu. Bütün bu duyduklarıma rağmen bir umutla köy meydanına geldim. Bu arada insanlar, ‘vah vah yazık, çoluk çocuğu öldü. Tek başına ne yapar?’ diye konuşuyorlardı. Yakın akrabalarım geleceğimi tahmin ederek bekliyorlarmış. Teyzem gelip beni köy meydanından alıp evine götürdü. Çok yorgundum, artık olayı da öğrenmiştim. Teyzem bir yatak serdi. Yorgun, bitkin yatağın içine kıvrıldım, sızmışım. Bir süre teyzemlerde kaldım. Daha sonra emmim geldi. Beni kendi evlerine götürdü. Giderken ben evi görmeyeyim diye yıkılmış evimin önünden değil de biraz dolaştırarak farklı bir yoldan kendilerine götürdü. Amcamların evi Kozluklu denilen yerdeydi. İzinim bitince Doğanşehir Jandarma Bölük Komutanının yanına gittim. İzin kâğıdımı imzalatmam gerekiyordu. Birkaç gün daha kalabilir miyim diye izin istediğimde yüzüme baktı. Sonra, ‘Git, kaç gün kalırsan kal’ dedi. Beş on gün daha kalıp döndüm. Beni izine gönderen yüzbaşımın yerine başka bir yüzbaşı tayin olmuştu. İzin sürem dolunca o zamanki şartlarda haber veremediğim için asker kaçağı diye beni mahkemeye vermiş. Ben cezalıydım. Alay tatbikata gitti, beni göndermediler. Koğuşta yatıyordum. 1951 yılının Kasım ayında teskere alıp Polat’a geri döndüm. Akrabalarımın ve komşularımın yardımıyla yeni bir ev yaptım. Onların desteğiyle tekrar evlendim. Şimdi Polat Belediye Başkanı olan oğlum Hasan, ikinci eşimdendir. Sele giden erkek çocuğumun adı da Hasan idi. Onun adını bu oğlumda yaşattım. Türküde ölen eşimin ismi Safiye idi. Ancak sanatçılar bu türküyü söylerken belki de müziğe uydurmak için ismini Asiye olarak okuyorlar. Türkünün sözleri: Adatepe’den sel aktı Tozu toprağa kattı Sel birden gelince Yedi tane evi yıktı Al kazak da mavi kazak Haydin evleri gezek Gelinleri sel götürmüş Askerlere mektup yazak Adatepe Adatepe Yağmur yağar sere serpe Gelinleri sel götürmüş Kuzular körpe körpe Sel taş getirir allı karalı Çocuklar geliyor bilmem nereli Kimi ölü kimi yaralı Bu Nuh tufanının bir emsalidir Adatepe Adatepe Yağmur yağar sere serpe Safiye’yi sel götürdü Daha yavruları körpe ölem körpe Aman Vali, kurban Vali Kumandanı çağır Vali Gelinleri sel götürdü Askeri kovur(gönder) Vali ölüüm Valim Minareye çıktı Polat Hocası Yetti artık bize bunun acısı Al kızıl kanlar içinde Polat Adatepe tepelerin yücesi 5- Adanacılar Yürüdü([11]) Polat yöresinden insanlar, mevsimine göre “aşağı memleketler” denilen yörelere çalışmak üzere fıstık zamanı Antep-Kilis, pamuk zamanı Çukurova’ya giderlerdi. Bu gidişler kadın-erkek ailece olmaktaydı. Çukurova’da çalışma sezonunun bittiği günlerde tekrar Polat’a dönen işçilerin arasından biri yolda geçen zamanın uzaması sonucu sabırsızlanır. Olayın geçtiği dönemde yolcular kamyon kasasında yolculuk yapmaktadırlar. Kamyon yöre insanı tarafından ‘makine’ olarak adlandırılmaktadır. Araba Sürgü köyüne ya da Polat’ı iyi gören Cinoğlu tepesine geldiği zaman Polat ovasını çevreleyen yüksek dağları ve bu dağlardaki yaylaları gözleyerek hasret kokan bu türküyü söyler. ‘Sür be şoför makineyi’ dizesiyle memleketine ve sevdiklerine kavuşma noktasında sabırsızlığını ortaya koyar. Adanacılar yürüdü([12]) Dağları duman bürüdü Sür be şoför makineyi Polat yaylası göründü Yorgun deli göğnüm yorgun Göğnüm o soysuza vurgun Böyle olduğun bileydim Konuşurdum orgun orgun Adananın öte yüzü Gün değmeden erir buzu Adanaya çöl diyorlar Korkarım öldürür bizi 2.9. TRT Repertuarında Yer alan Bazı Polat Türkülerinin Sözleri[1] Vurmalı ve Nefesli Çalgılar konusunda geniş bilgi için bkz.; M.R.GAZİMİHAL: Türk Vurmalı Çalgıları(Türk Depki Çalgıları), Kültür Bakanlığı MİFAD Yay., Ankara 1975 ve Türk Nefesli Çalgıları(Türk Ötkü Çalgıları), Kültür Bakanlığı MİFAD Yay., Ankara 1975. [2] 12.10.2011 Günü Uğur Akkoyun ile Polat’ta yapılan görüşme [3] 12.10.2011 Günü Vahap Demirci ile Polat’ta yapılan görüşme [4] 12.10.2011 Günü Vahap Şahin ile Polat’ta yapılan görüşme [5] 12.10.2011 Günü Uğur Akkoyun ile Polat’ta yapılan görüşme [6] M.GÜNAYDIN - A. V.KAYGUSUZ : Doğanşehir İlçesi, Fatih Matbaası, İst., 1986, s.61(Yazarlar bu öyküyü 1327 doğumlu Bekir Eğilmez ve Eşoğ’un oğlu Abdullah Coşkun’dan aldıklarını belirtmektedirler.) [7] Polat’ın bu güzel türküsü Malatyalı sanatçı Belkıs Akkale tarafından okunarak kitlelerin beğenisine sunulmuş, yıllarca en sevilen türkü olarak zirvedeki yerini korumuştur. Ancak türkünün ezgisi Polat ağzından çok Arguvan ve Çamşıhı ağzı ezgisi olarak okunduğu için Sivas Türküsü gibi algılanmıştır. Ancak Sivas’ta söylenen kırık hava tarzında iken Malatya’da uzun hava olarak okunmaktadır. Dileğimiz yeni yetişen genç sanatçılar tarafından Polat ağzı ile okunmasıdır. Bu sanatçılarımızın işinin zor olduğunu düşünüyoruz. Çünkü Belkıs Akkale gibi güçlü bir ses tarafından topluma sevdirilen türkünün yeni ezgisi ile tutulup tutulmayacağını bilemeyiz. [8] A.V.KAYGUSUZ-M.GÜNAYDIN: A.g.e., s.61-62 (Türkü, 1315 doğumlu Bekir Yoldaş’tan alınmıştır. Bekir Yoldaş, türküyü Kara Mustafa’nın babasından bizzat dinlediğini Araştırmacı Metin Günaydın ve A. Vahap Kaygusuz’a anlatmıştır.) [9]A .V.KAYGUSUZ-M.GÜNAYDIN: A.g.e., s.63 [10] (06.02.2011 tarihinde Kemal Deniz tarafından yapılan derleme görüşmesinde; Osman Orman, Hasan Orman, Talip Ürkmez ve Duran Alkan’dan derlenmiştir. Benzer bir hikaye ise kısaca şu eserde yer alır: A.Vahap KAYGUSUZ- M.GÜNAYDIN : A.g.e., s.64-65 [11] 23.10.2011 tarihinde Mustafa Kurt ile Malatya Hâkimiyet Gazetesi Bürosundayapılan görüşme [12] H.ŞAHİN-S.ÖZEROL: A.g.e., s.407’de metin verilerek şöyle bir açıklama yapılmıştır: Arguvan yöresinde ;İlk Dörtlük; “Adacılar da yürüdü/Dağları duman bürüdü/Sür be şoför arabayı-makineyi/Yarın yaylası göründü” ve “Yaylacılar da yürüdü/Dağları duman bürüdü/Durma yerit arabayı/Yarın yaylası göründü” biçimlerinde de söylenir. Türkü Adanacılar yürüdü Dağları duman bürüdü Sür be şoför makineyi Yarın yaylası göründü Yorgun deli gönül yorgun Göğnüm bir soysuza(güzele) vurgun Böylolduğun bileyidim Konuşurdum uğrun uğrun Sorkunluğun başı yaslı Akşam oldu gölge bastı O gelin sudan geliyi Gasaveti beni bastı
Ayrıca Araştırmacı H.Şahin; yöre halkının önceleri Adana’ya pamuk toplamaya gittiklerini, hatta buradan gelin aldıklarını da belirtmektedir.(Hüseyin ŞAHİN ile 20.10.2011 tarihli telefon görüşmesi) |
Yorumlar |
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |
Yazarın diğer yazıları |
Polat Türküleri-2- - 09/03/2013 |
Polat çevresinde Alevi-Bektaşi kültürünü yaşayan Dedeyazı, Karaterzi, Polatdere gibi köylerde cem ibadeti yapılır. Bu cemlere Arguvan, Hekimhan gibi yörelerden dedeler gelir. Cemlerde on iki hizmet yürütülür. |
Polat Türküleri-1 - 27/02/2013 |
Türküler, Anadolu insanının sevinçli, mutlu, üzüntülü, acılı anlardaki duygularını yansıtan kültür öğeleridir. Türk insanı tarlada ekin dererken, yaylaya giderken, değirmende un öğütürken, oğlan ve |