Fikri BULANIK
fikribulanik@gmail.com
SULUMAĞARA
17/08/2013 Çılgın Doruk'ların yamacında bir
mağaraya yolculuğumuz... Karasal iklimin Polat ovasındaki
sıcaklığını yavaş yavaş geride bırakarak ince, toprak gevşek zeminli bir yoldan
aracımızla katederek çıkıyoruz Acıpınar Yaylası'na ve oradan da "Sulumağara"ya... Varyant modeli zaman zaman çok
keskin dönüşleri ile ucu ucuna derin uçurum ve şarampollerin eşiğinden geçerek
ilerliyoruz. Artık ağaç yok etrafta, çıplak dağ eteklerinde serin, rüzgarlı
yüksekliklere doğru çıkıyoruz. Aracımızın arkasına yerleştirdiğimiz jeneratör,
elektrik kabloları, fotoğraf ve video görüntüleri alacağımız ekipmanlarımız ve
rehberimiz var. Önde şoför mahallinde bile bu kadar rahatsız edici olan
yolculuğumuz kim bilir arkada, kasada nasıl merak etmiyor da değilim. Evet, alışmışlar
demek ki devamlı gelen ziyaretçi, misafir, gazeteci, siyasiler vs bu insanları
getir götür yapmaktan dolayıdır sanırım. Acıpınar Yaylası'da olan tek bir
ağacın altına aracımızı bırakıp soğuk suyun başına seğirtiyoruz adeta. Bu
bölgeye ilk çıkışımın üzerinden yaklaşık otuz beş yıl geçmiş olmasına rağmen
sanki o günkü anımsadığım gibi bu tablo. Kaynak su ve önünde sıralı su yalakları
kat kat. Her yeni gelene söylendiği gibi bu yalakların içine bir karış aralıkla
konulmuş on adet küçük taşın en fazla beş yada altısını çıkartabilirsiniz,
diğerlerini değil. Dirseğinize kadar bu derinliğe kolunuzu sokup çıkartamayacağınız
kadar keskin bir soğuk su. Zira içimi o kadar lezzetli ve muhteşem bir su ki
anlatamam. Bir müddet dinlendikten sonra
yeniden aracımızla yola çıkıyor ve devam ediyoruz tırmanmaya. Ama zemin olarak yol,
küçükbaş hayvanlarında üzerinde zaman zaman yürümeleri nedeniyle çok daha
gevşek bir hal almış olacak ki, aracımız batıyor ve hareket edemez hale geliyor
toprak ve iri çakılın içinde. Bu noktadan itibaren, arka taraftaki
ekipmanlarımızı bölüşerek yükleniyor ve başlıyoruz yürümeye. Rehber, operatör, kameraman ve
ben olmak üzere dört kişiyiz. Sohbet, azalan oksijen, yüksek irtifa, çabuk
yorulan kaslarımız ve sıklaşan nefeslerimizle daha sık dinlenme aralıkları ile
dimdik yamacı ağır ağır tırmanıyoruz. Önündeki büyük taş sebebi ile mağara
ağzına on metre kalıncaya kadar bile girişi görmek mümkün değil. Ve nihayet
"Sulumağara" girişindeyiz. Dönüp geldiğimiz istikamete bakınca işte o
Çılgın Doruklar'dan Polat ovası, Adatepe ve hatta en arkada olanca heybeti ile
Beydağları silsilesi de inanılmaz bir güzellikte sere serpe gözlerimizin
önünde. Puslu bir maviliğin derinlemesine
içinde görülebilen Polat Kasabası ve kelimenin tam anlamıyla muhteşem bir
manzara. Bu yükseklikte insanın pencere olan gözleri vasıtasıyla beyni ve
vücudu uyarılıp derhal harekete geçip, şimdiye kadar hiç tecrübe etmediği bu
bakış açısı ile ayakta, dik duruşundaki kendine güven ve başarmanın verdiği
hazzı yaşıyor doyasıya. Gerekli hazırlıklarımızı
yaptıktan sonra tek tek ve yavaşça mağara girişinden içeriye süzülüyoruz
dikkatlice. Zira içerisi rutubetli, yerler ıslak ve kaygan. Gözlerimiz karanlığa alışıncaya kadar
nispeten zorlanıyoruz. Fenerlerimiz, kamera ışıklarımız ve dışarıdaki jeneratör
vasıtası ile çalıştırdığımız aydınlatma lambalarımızı uygun yerlere
yerleştirmek kaydı ile ön çekimlerimize hemen başlıyoruz. Deneme görüntülerimizi
değerlendirerek kamera ve ışık ayarlarımızı tazeleyerek en iyi sonuçları alacağımız
düzenlemelerimiz yapıyor ve işimize koyuluyoruz. Dikit ve sarkıtların, yaz olması
münasebeti ile azalan damlaların arasından dikkatlice daha ilerilere giderek en
güzel fotoğraf ve video görüntülerimizi toplamaya başlıyoruz. Astım hastalığına
iyi geldiği söylenen bu mekanda ilerlerken, taşların biçimi, parlaklıkları ve
aldıkları tortusal biçimleri ile çok değişik varyasyonları gözlerimizin önünde
adeta dans ediyorlar. O kadar çok çeşitli renk, biçim ve durumdalar ki
kelimelerle anlatmak imkansız. Burada ne varsa görsel kayıtlarımızla hemen
hemen hepsini dışarıya çıkarabilmek için sanki saldırıya geçtik tüm
kameralarımızla. Herkesin görebilmesi için her bir ayrıntıyı yakalamaya ve
kaydetmeye çabalıyoruz açgözlülükle. Önce, mağara ağzından aşağı doğru
ilerleyen iç bölüm, yaklaşık on beş metre sonra yeniden yukarı tırmanış
yapmamızı gerektirdi. Rehberimizin yol göstermesi ile bu mağaranın üç kat
olduğunu söyleyerek, ikinci ve üçüncü katlarına da çıkmamızın güzel olabileceği
önerisinde bulundu. Ancak ben, yürüme zorluğu, tırmanamama, ekipmanlar,
olabilecek şanssız bir düşmenin yerleşim yerine çok uzak bu noktada sağlık sorunu yaratabileceği endişemle, daha
fazla ilerlemenin gerek olmadığı ve bu kadarının yeterli olabileceği
görüşümdeydim. Nihayeti itibarı ile hiçbirimiz
dağcı değil ve ekipmanlarımız da bu amaçla teçhiz edilmemişti. Amatör bir
ziyaretçi kıyafeti, ayakkabı ve elbiseleri vardı üzerimizde. Ve ayrıca hiçbir
ilkyardım malzemesine de sahip değildik. Buraya kadar gelmişken diğer
bölümlerin görülmeden gidilmesinin, hele hele çekim maksatlı bu çalışmada bunun
bir eksiklik ve pişmanlık yaratabileceğinin verdiği bir baskı ile devam etmeye
karar verdik. Dışarıda çalışan jeneratörün,
zaman zaman duyduğumuz motor devrinin değişmesi sesi ile anladığımız elektrik
kesilmesi durumlarını da düşünerek el fenerleri ve kamera ışıklarımızı takviye
ederek ilerlemeye başladık. Bir insanın ancak yere yatıp sürünerek geçebileceği
bu dehlizlerde artık üzerimizdeki kıyafetlerimizin ıslanması, çamur olmasına
aldırmadan ikinci kat ve üçüncü kat diye tabir edilen bölümlere geçebilmiştik. Kablo
boyu sebebiyle gerilerde kalan ışığımızın bize ulaşmaması nedeniyle, yalnızca
el feneri ışığı, zifiri karanlık ortam, ıslak ve nemli hava, sivri ve yırtan
kenar köşelerden sıyrılarak nihayet ayağa kalkabilmiştik. Kapalı kalma ve karanlık korkusu olan insanların asla giremeyeceği bu
kısımlara geldiğimize, ayağa kalkabildiğimiz an çok sevinmiştik. Çünkü burası
oldukça güzel ve değişik oluşumları içermekteydi. gerekli kayıtlarımızı fazlası
ile aldıktan sonra geri dönüş başlamıştı. Gelirken bastığımız aynı noktalara
ayağımızı basmak koşulu ile önde ilerleyen rehberimizi takip ederek nispeten
daha tecrübeli ve güvenle hareket etmeye başlamıştık. Bu arada operatörümüzün
esprili anlatımları ve sohbeti ile de zamanın nasıl geçtiğini anlamamıştık
diyebilirim. Ekipmanlarımızı toplayarak
emniyetli bir şekilde mağara çıkışına geldiğimizde içerideki suhunetin ne denli
düşük olduğunu daha iyi algılamıştık. Yaklaşık iki bin sekiz yüz metre olduğunu
tahmin ettiğimiz bu yükseklikte mağara dışı bize çok sıcak gelmişti. Gerisini
siz düşünün. Mağara önünde bir süre daha
durup, kendimce değerlendirmelerimi yaptıktan sonra aşağı yolculuğa başladık
hemencecik. Daha kolay geçekleşen iniş
yolculuğumuzda aracımızın yanına gelip malzemelerimizi yükledikten sonra tekrar
Acıpınar Yaylası'na geldik. Su içip, yaylak, yerleşkeler, koyun sürüsü ve
çevrenin de kayıt işlemlerini bitirdikten sonra yaylacılar tarafından konuk edildik.
Operatörümüzün akrabaları olması münasebeti ile de kısmen torpilli misafir
olarak ağırlanıyorduk bana kalırsa. Biz giderken soğuk su içine
bırakılmış vişne şerbeti, koca bir kap yoğurt, hemen alt yayla komşudan gelmiş
kendi üretimleri olan bal yanı sıra, yine yayla malı kaymak, peynir, çökelek,
köy ekmeği ve yanında çay. Of. Şehir yerde şimdilerde organik lafının hükmünü
kaybettiği, lafının bile edilemeyeceği ürünlerdi bunlar. Onlar, yaylacılar için
ise, "kusura bakmayın haydi buyurun" diyebilecekleri ölçüde tevazuu
seviyesindeki mükemmelliklerdi bunlar aslında. İşte tam bu hallerdir dumur
sanırım. Susup bir şey diyememek. Lokmanın boğazda yumruk gibi nefesi kesmesi. Kendi yiyeceği bir lokma gerçek
balı önünüze koyup "kusura bakmayın, haydi buyurun" diyebilen
gerçek insanlar. Burası hala bizim eller... Polat yaylaları....Sevdanın,
ovadan yaylaya, yayladan ovaya olduğu yerler.... |
Yorumlar |
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |
Yazarın diğer yazıları |
İDARA - 27/05/2013 |
1939 dünya ekonomik bunalımının hemen ertesinde ikinci dünya savaşı sürecinde özellikle genç Türkiye Cumhuriyeti |
KÜLTÜRÜMÜZ.... - 30/03/2013 |
Ülkemizin siyasal, ekonomik ve askeri anlamda konjonktürel yapısı içerisinde olagelen olumlu veya olumsuz her başlık, dolayısı ile kültürel yaşama |
Merhaba... - 01/02/2013 |
İlçemiz Doğanşehir ve bağlısı yerleşkelerdeki insanlarımız, genç nüfus, okullu ve çalışanlarımız ile sosyal hayatın getirdiği zorluklara göğüs gererek, bir o kadar da zor olan |